Pazar, Ağustos 29, 2010

Gerçek ?


Sosyal medya geçmişim, önce forumlar ile başlamıştı. Zamanın çok ünlü bir forumunun son dönemlerine yetişmiştim. Gayet basit ve o zamanlar çok sevdiğim bir filmin adı olan nicki seçmiştim kendime. Her ne kadar şu anda farklı bir nick ile yoluma devam etsem de forum aleminden tanıdığım insanların çoğu beni eski nickimle bilir.

Forumlar sonrası, çok kısa bir dönem şu anda yerinde yeller esen bir sözlük girişimim olmuştu. pippi haşmet ile de blog yazarlığından önce tanışmamız oradan gelir.

En son olarak da FF'e dadandım. Uzun süredir de buradayım. Anlatmak istediğim şey, sosyal medyada ve benzeri yerlerde, aldığımız nicklerin, oluşturduğumuz kişiliklerin kendimizi yansıtmasını bekler çoğu insan. Fakat buna karşı çıkarım genelde. Çünkü burası bir "hayal dünyası". Ben size kendimden ne kadarını anlatırsam ve beni ne kadar tanımanızı istersem, o kadarını bilirsiniz. Belki tamamen farklı bir kişilik uydurup kendimle alakasız şeyler yazmış olabilirim. Belki gerçekten kendimi anlatmış olabilirim. Bunu bilemezsiniz.

Konu nereden geldi derseniz, google'da film afişlerine bakarken "The Truman Show"un afişini gördüm. Her ne kadar show dünyasını baz alarak çekilmiş olsa da, günlük hayatta insan ilişkileri için de geçerli olan "gerçek aslında yeterince gerçek değildir" mottosunun iyice kavranılması lazım.

Ne demiş atalarımız, "her sakallıyı dedeniz sanmayın !"

Perşembe, Ağustos 26, 2010

ticaret ehli çocuğu olmak [üç nokta]

hep asker çocukları, doğuda görev yapan öğretmen çocukları, polis çocukları vb. yazar böyle yazılar değil mi? "asker çocuğu olmak ..." , "polis çocuğu olmak nokta nokta nokta" bilmem ne bilmem ne bilmem ne.. sanki bizim babamız yan gelip yatma yerinde! sanki biz hop tereyağlı ballı ekmek yiyip çok sorunsuz yaşıyoruz, sanki öyle sanki böyle!

bi defa ticaret çok zor çok stresli çok gıcık bişeydir. babalar eve hep sinirli gelir. eve sinirli gelen babalar, sinirini masum çocuklarından çıkarır farkında olmadan. ne kötü di mi, acıyın bize di mi?

mesela eğer bi hata yapıp babanızla bi gün işe gitmişseniz, çıkmaya yakın arayan müşteri babanızın sinirlerini zıpır zıpır hoplatır, babanız faturayı size yazdırır, bi hata yapmamış olsanız da o an birilerine bağırma ihtiyacı hissettiği için kelimeler arasında bıraktığınız boşluğun yetersiz olduğunu iddia ederek ellerinizin titremesine sebep olacak kadar bağırabilir. gereksiz yere.

ya da, evde en ufak bir hatanızda "zaten işyerinde şunlar bunlar onlar" diye başlayan, sanki işlerinin sorumlusunun siz olduğunu hissettiren cümleleri sıralayıp durur. "ama ben? ama.. ya ama ben..." dersiniz içinizden, sonra yutarsınız.

ya da, işte böyle şeyler.

sözü nözü: hayat kimseye kolay değil azizim. bazı şeyleri de abartmamak lazım. sonra nolur? babasının mesleğinden zaman zaman zorlansa da o kadar da büyütmeyen bi kız gelir, sırf asker çocuğu olanların büyüte büyüteee, kocaman kocaman bahsedip durmalarına sinir olduğundan böyle gıcık bi yazı yazar. iyi mi olur? iyi mi oldu?...

Salı, Ağustos 24, 2010

Ahali çocukken






Yakın zamanda dolaşan çocukluğumuzdan bahsettiğimiz o mim vardı ya, o mimden aklımda kalanlar üzerine yazacağım bugün. (Hâlâ yazmayanlar var aramızda ama onun çocukluğuna bizzat şahit olduğum için onunla ilgili kısmı ben tamamlayabilirim diye düşündüm.)


Bizim kuşaktan herkesi böylesine etkilemeyi nasıl başarmış Bendeniz? Okuduğum bütün çocukluk yazılarının bir parçası olduğundan ben kendi yazıma dahil etmemiştim ama Bendeniz benim çocukluğumda da yer etmiş bir isim. Hatırladığım tek bir şarkısı var. 10 yaşında bir çocuğun dinleyip hüzünlenmesinin tuhaf kaçtığı bir şarkı:


"Önce heyecandan, sonra yaşlılıktan
Titriyor, titriyor, titriyor ellerim
Ne olur kızma, genç değilim ki sevgilim."


10 yaşındasın sen be, ne diyorsun!!


Bir de Seden Gürel ve Yonca Evcimik hayranlığı çok yaygındı özellikle kızlar arasında. Abone dansı falan. Sanırım son şarkılarından sonra unutmaya çalışıyoruz Yonca Evcimik dinlediğimiz dönemleri.


Hâlâ çözmeyi başaramadığım "Aliler Aliler çingene Aliler" oyunu. Kim bu Ali? Hadi oyunu anladım da o şarkı nedir ya? (a.nur aklıma getirdi bu oyunu.)


Bir de benim en sevdiğim vardı: "Kabakçıbaşı". İki gruba ayılır ve satın alınmayı bekleyen kabaklar olurduk. 2 kişi de kabak satıcısı olurdu.


Birinci sorar:
"Kabakçıbaşı kabakçıbaşı kabakların pişti mi?"
Konuşma devam eder:
-Pişti pişti
-Neyle geleyim?
-Davul, zurna, tek ayak.


Tek ayak üzerinde sekerek, eliyle davul-zurna çalıyor gibi yaparak (sırayla) ve "düttürü düt düt dan dan dan" diyerek karşıya geçilir. Konuşan iki kişi dışındaki herkes kabaktır oyunda. Kafalarına vurmak suretiyle en iyi pişmiş kabak seçilir ve karşı takıma alınır.


Oyunu düşününce çocukluk gerçekten korkunç bir şey gibi geliyor :)


Cananla ben gibi yaşları birbirine yakın çocuklarsanız kaderinizdir aynı giysiler. Aynı giyinince de otomatik olarak "ikiz sanılma" durumu başlar. Shining ikizleri gibi dolaştık senelerce, sırf birbirimizi kıskanmayalım diye.




Melankolikdeli ağaçlara dadanıp meyve çaldığını itiraf etmiş. Bi dost ve a.nur o konuya girmemiş olsalar da hadi ama hangi çocuk gizlice meyve koparmamıştır ki! :) Canan ve ben o yönden şanslı çocuklardık. Mahallemizdeki müstakil evlerin bahçe kapıları vardı, her kapı bir yandaki bahçeye açıldığı için o bahçe senin bu bahçe benim gezebilirdik. Meyve koparmak da serbestti. Hatta o dönemki en yakın arkadaşımızın dev bir bahçesi ve bahçede envai çeşit ağaçları vardı. Biz koparıp yemezsek babası toplar zorla yedirirdi. Hatta o da yetmezmiş gibi eve giderken de bir poşete doldurup evdekilere gönderirdi. 


Gizli gizli meyve koparıp yiyemediğimiz için daha farklı bir eğlence bulmuştuk biz de: Yediğimiz meyvelerin çekirdeklerini duvarın arkasına saklanıp yoldan geçenlere atmak. Kış mevsiminde meyve çekirdeğimiz olmadığı için bu kez şişelerle su dökerdik geçenlerin üzerine. Az küfür yemedik o dönem :)


Melankolikdeli büyüğümüz Amiga500'e falan yetişmiş ama biz yetişemedik sanırım. Tetris oynadık, atari oynadık ama Amiga'mız olmadı hiç :(


Koro kıyafetleri de geçmişimizin ortak noktalarından. Her milli bayramda ayrı bir şey hazırlar ayrı giysiler edinirdik. Ama benim koro geçmişimin en bomba bölümü ilkokul birinci sınıftaki korodur. Süslü tuvaletler ve gelinlikler giyip 23 Nisan şarkıları söylemenin psikolojim üzerinde bıraktığı izler büyük! :)


Facebooklarımız, türlü türlü oyunlarımız, onlarca çizgi film kanalımız yokmuş belki ama eğlenceli bir çocukluktu bizimki de be! Yine de dönmek istemem tabi :)

Cumartesi, Ağustos 21, 2010

oyun


Bilgisayar başında uzun saatler geçirdiğimi fark eden arkadaşlarım sürekli aynı şeyi merak ettiler.. “ne yapıyorsun” oyun oynuyorum efendim.. oynuyor(d)um ya da.. orda tanıdığım kadar güzel insanları başka bir yerde bulabilir miydim bilmiyorum, o insanlar olmasa saçma bir oyuna bu kadar tahammül edebilir miydim onu da bilmiyorum.. özel sırlarını açabilecek kadar güven veren, gülmekten karın ağrıtacak kadar eğlenceli, baba kadar fedakar, iyi niyetli bir avuç insan..
Bugün veda ettim onlara, öyle gerekti sanırım.. bir şeylerin hayatımda belli misyonları olduğunu düşünürüm.. bu kimi zaman bir insan olur, kimi zaman bir oyun.. hayatımdaki misyonlarını tamamlar ve giderler.. yerini başka bir şey alır.. birinin daha sonuna geldik sanırım..
Siber alemden bir süre uzak kalabilirim belki, zira ne yapacağımı bilemiyorum.. sigara müdavimlerinin çekirdek yemesi gibi ben de fringe izlemeye başladım ardarda.. şimdilik iyi gidiyor, el titreme ve oyun diye sayıklama kısmına ne zaman geleceğiz bilmiyorum..
Sahi siz insanlar ne yapıyorsunuz pc başında :)

Cuma, Ağustos 20, 2010

Bak Yine Umutlanasım Geldi


Geldi. N'apayım? Geri git, seni istemiyorum mu diyeyim? Zamanında sana çok kucak açtım ama beni hep yüzüstü bıraktın mı diyeyim? Şimdi ekilirsin ekilirsin sonra açmadan çeker gidersin mi diyeyim? Yok, olmaz. Hem çalmış bir kere kapıyı, pek de güzel pek de şirin, içeri almadan olmaz ki!

Gel dedim. Gir içeri. İstediğin yere geç. Her yer müsait. Saat ve yer müsait. Bu şahıs müsait. Sen gel, istediğin yere otur. Açsan iki lokma bir şey ye...

Geldi. Yine umutlanasım geldi! Böyle çiçek böceğe sevinesim, dünyayı sevesim, hoplayıp zıplayasım geldi. Beklemiştim ya hani bir mutlu günü ve olmamıştı ya hiç, bak, ona bile seviniyorum şimdi. Çok bekledim, üzüldüm belki ama... Bak! Beklenmeyen bir anda geldi, ne güzel de geldi, ne de güzel oldu diyeceğim diye umutlandım şimdi.

Umutlu olmak bile güzel. Böyle ardı arkası kesilmeyen düşler kurmak... Ardını, arkasını, bugünü, yarınını düşünmemek güzel. Yalnız umutlanacaksın! Uzanıvereceksin öylece... Düşünmeyeceksin, yalnız umut olacak. İnanacaksın da! Bileceksin bir gün olacak!

Er yahut geç! Düşün bir kere, kırmızı ile yeşil kıyafette ne kadar uyumsuz görünür göze. Oysa karpuzda öyle mi ya! Çiçekte öyle mi? Ne bileyim, az evvel yerken bunu düşündüm. İşte umut böyle de bir şey... Karpuzun renk uyumuna bakıp sevinmek...

Oturup umut tanımı yapmayacağım tabi. Ama bak, yine umutlanasım geldi! Böyle kuş tüyleri takıp uçasım geldi! Sanki tüm bu sıkıntılar, zamanın tek tonluğunun yarattığı karmaşa ve içine çekilen yalnızlık, ittirildiğin hayat gailesi geçecek gibi... Sonunda gelecek olan büyük mutluluk için hazırlıkmış meğer tüm bunlar! Meğer her şey, sen sonra çok sevinesin diyeymiş! Meğer umut bir rüyaymış ve uyanınca her şey gerçek olacakmış...

Olamaz mı? Olabilir...
Dedim de bak yine, yeniden umutlandım.

Perşembe, Ağustos 19, 2010

kendinden 3. tekil şahıs gibi bahsetmek eşittir egoistlik

çok insan gördüm, üstünde elbisesi yok. çok elbise gördüm, içinde insan yok (vitrin mankeni var). ve gene çok insan gördüm, egoları tavanlarda, hem de sokağın tavanlarında gezen..

örnek vermek gerekirse, ki bence gerekir çünkü örneksiz anlatabilmek büyük kabiliyet işidir.. "bido bunu yapamaz!"... bak gördün mü? örnek verdim çaktırmadan:) işte bundan bahsediyorum tam da.

insan kendini bilmez mi sevgili arkadaşım? geçici veya geçmeyici hafıza kaybı mı yaşıyoruz ki biz, kendimizden bahsederken "ben böyleyim." yerine "o böyledir!!" diyoruz? deli miyiz neyiz?

bir zaman önce kızın biriyle tartışmıştım buralarda. garip bir konuydu biraz, niyetim tartışmak değil, yanlış yapmasına mani olmaya çalışmaktı aslında. (vallahi yaw :P) ama karşımda yüksek derecede kendini önemseyen biri olduğunu aklımdan çıkarmıştım. sadece o an değil, onunla arkadaşlık yaptığım birkaç ay boyunca yapmıştım bunu hem de. her neyse, kız birine bir iftira atıyordu gözümün önünde. ben de yapma, yanlış dedikçe alakasız yerlerden tutup konuyu çekiştirdikçe çekiştiriyordu. sonunda baktı, ben hala yanlışına yanlış diyorum (ki bu bazı durumlarda ciddi hatadır), çileden çıktı onu pohpohlamamam karşısında ve bana bol ünlem kullanarak "EVET BEN MÜKEMMELİM, EVET **** MELEKTİR TAMAM MIIAA?" diye çemkirdi, kestik. hmm. anladık, **** melekmiş. de yani hani.. off ne diyeyim ki?

---

mübarek günleri yaşıyoruz malumunuz vechile. onlar için edeceğimiz dualar inanıyorum ki faydalı olacaktır. o halde edelim.

kestik!

Çarşamba, Ağustos 18, 2010

aptal kutusu




Dün akşam misafirliğe gittiğimizde mecburî şekilde maruz kaldığım "Survivor" işkencesi sonrası bir kez daha farkına vardım ve onayladım ki, çok ekstrem durumlar haricinde, televizyon denen alet tamamen bir "aptal kutusu"na dönüşmüş durumda. İşin kötüsü bunun bilincinde olduğum halde, ortama ayak uydurup, gaza gelmiş bir şekilde olaya ben de dahil oldum.

Adını sanını bilmediğim 4 tane adam, ev ahalisinden öğrendiğim kadarıyla bu erkeklere (ve hatta daha önce yarışmada olan tüm erkeklere) kafa tutan 1 kadın. Birbirlerinin kuyusunu kazmaya çalışıyorlar. Bu arada tamamen iç güdüsel olarak tüm entrika içerikli ve alengirli cümleleri kurup birbirlerinin aklını çelmeye çalışıyorlar. Biz de oturup seyrediyoruz ve hatta üstüne yorum yapıyoruz !

Olayı Acun Ilıcalı'nın "show business"taki başarısına bağlamayacağım ama arkadaş, cidden "televizyon" uyuşturucu halini almış. Kendi ailenizde, kendi çevrenizde duyduğunuzda ağzınız açıkta kalıp hayretle karşılayacağınız olayları, televizyonda görünce çok "olağan" karşılıyorsunuz. Sanki hergün bu tür çarpıklıklar olabilirmiş gibi...

Seda Sayan, 7 Kocalı Hürmüz'e kafa tutarken, onun kokulu öpücüklerini yanaklarınıza kondurabiliyorsunuz ama komşunuzun kocası onu aldatırsa "kepaze herif" oluyor.

Eğlenirken zehirleniyoruz, haberimiz yok !

(var mısın yok musun başlamış, aman kaçırmayayım...)

Pazartesi, Ağustos 16, 2010

Slm! Asl?




Şu başlıktaki saçma sapan kısaltmalarla başlayan chat yıllarımızı saymazsak (ki nesini sayalım) internette ilk defa insanlarla tanışmam 2004 yılına denk gelir. O zamandan bugüne kadar internet üzerinden tanışılmış sonrasında internet dışında çok şey paylaşılmış epey insan olmuştur, o yüzden "internetten tanıştığın herkes sapıktır, manyaktır, uzak durulmalıdır" mantığı bana hep saçma gelmiştir.


Diğer taraftan internetten tanışılmış herkese potansiyel kız/erkek arkadaş gözüyle bakanlardan kaçmak gerekebilir. Tabi karşınızdaki her zaman sizin baktığınız gibi bakmayabiliyor olaya ve size de çaktırmıyor, sevimsiz durumlar oluyor sonra.


Seneler evvel internet üzerinden tanıştığım ve çok da iyi anlaştığımızı düşündüğüm bir arkadaşımla buluşmaya karar verdik. Daha doğrusu ben kendisini o kadar çok ekmiştim ki en sonunda utandığım için "eh tamam" demek zorunda kalmıştım, zaten arkadaşları da olacaktı, sakat bir durum olmazdı yani. Gittiğim ortamda hayatımda ilk kez gördüğüm o adamın sevgilisi olarak karşılanacağımı nereden bilebilirdim ki? İşin tuhaf tarafı o güne kadar kanka moduyla yaklaşan adam bir anda "Ben senden çok hoşlanıyorum" demeye başlamıştı. Ben de günün sonunda arkama bakmadan kaçtım tabi. Hayatımın en sıkıntılı günleri arasında o gün ilk 10'a rahat girer.


Okumakta olduğunuz satırların yazarı birkaç defa benzer durumla karşılaştığından, ismini vermek istemediğimiz bir başka blog yazarımız da sorduğumda aynı durumdan şikayet ettiğinden hemen genellememizi yapıyoruz. "Herkesin başına geliyor böyle şeyler anacım!" Sonra da ekliyoruz: "Bütün genellemeler gibi bu da yanlış."


Her zaman sıkıntılı olmaz tabi, msnden konuşurken çok eğlendiğiniz bir insan yüzyüze geldiğinizde sizi hiç şaşırtmayabilir. Sürekli gülmekten konuşamadığımızı bilirim mesela. (ben eğlenceli biri değilim.)


Fakat yine zavallı ben ilk kez görüştüğüm bir grup insanla okey oynarken bitmiş olmama rağmen sırf konuşmasınlar diye taş çevirdiğimi bilirim. Ortamdaki sevimsiz bir armuta (bütün armutlardan özür dileyerek) "Süper okey oynarım, beni kimse yenemez" diye saçmalaması için fırsat vermiş oldum, o ayrı mevzu.


İnsanların kendini olduğundan çok çok farklı tanıtmış olması riski olsa da birileriyle tanışıp onları sonradan tanımaktansa birilerini tanıyıp sonradan yüzyüze gelmek bir yandan da çok cazip geliyor bana. 


Hatta gün geliyor bir de bakıyorsunuz ki zamanında sadece başka bir monitör karşısında sizin yazdıklarınızı okuyan o insanlar en yakın arkadaşlarınız oluvermiş. Normal hayatta sosyal olamayıp internette sosyalleşmek değil bu. O insanlar zaten normal hayatımda görüştüğüm arkadaşlarım artık. İnternet sadece haberleşmemiz için bir araç. Ayrıca en yakın arkadaşını okul sıralarında ya da mahalle aralarında bulmaz ki herkes. Ya da hayatının aşkını... Birileri için o insanlar başka bir monitörün karşısında beklemektedir. 


Kendimizi tanımamıza da yardımcı olurlar zaman zaman. Bir de bakarsınız ismini vermek istemediğimiz bir blog yazarı arkadaşımız gibi içinizdeki Romeo'yu keşfedersiniz o insanlar sayesinde. (Kim olduğu çok belli oldu di mi?)


Diyeceğim şudur ki internet sayesinde şahane dostluklar edinebilirsiniz. (Bakın biz yaptık, oldu.) Yine de dikkat edin e mi? Dünya hali bu, belli olmaz.

Cumartesi, Ağustos 14, 2010

shema için ne dediler ?


a.nur


Yoğun, bir o kadar da yorgun günlerden biriydi işte... Can sıkıntısından oraya buraya üye olunan zamanların birinde üye olmuştum ff'e. Ama ne var ki, gel zaman git zaman onun da tadı kaçmıştı, olmamıştı. Sonra birgün -her zamanki günler gibi birgün sanıyordum- Selin beni bir gruba davet etti. Adı da "shema ahalisi" diye bir şey. Shema nedir yahu dedim. Okurken "şema" deriz ama bu ne biçim bir ahali ismidir? Anlamadım ama dedim, selin bir şeye davet ediyorsa vardır bir bildiği, kabul ettim grup teklifini. Girer girmez de "ben nereye düştüm yahuuu!" deyiverdim. Zira, o sıkıcı ff'in içinde bir eğlence bir coşkunluk! Kendimi ufo gören masum köylü gibi değil de çölde su bulmuş masumane çoban gibi hissettim... Neyse işte öyle mutlu oluvermiştim ben orayla ilk tanıştığımda. Sonra da hiç bozulmadı bu mutluluk, bazen gecenin bir yarısı kahkaha atmama sebep olmuş da olabilir. Moralim dibe vurmuşken beni mutlu etmiş olabilir. Ayna muhabbetlerimiz zaman zaman baymış da olabilir, soğuk espriler dondurulmuş da olabilir ama mutluyuz ki biz! Evlendiremediğimiz delisiyle, akıllandıramadığımız seliniyle, akıllı mı deli mi bilemediğimiz cananıyla, bi do nerde bi do nerde dediğimiz bidosuyla, yeni nişanladığımız lalesiyle, arada bir de olsa uğrayan dilarasıyla, nadirin en nadirinde uğrayan depiğiyle... Mutluyuz ki! Seviyorum ki bu insanları, onları görünce sevgi pıtırıcığına dönüşüp pollyannalarla dolaşıyorum ki... İşte biz böyle bir ahaliyiz ki!
bi dost


Mantıklı olmak gerekirse, Shema benim için bir okul. Bir lütf-u ilahi. Bir kaderdaşlar toplaşkası. Ve bir kitlesel delilik hareketi! Bir okul, çünkü: Sadece oturup muhabbet ederek saatlerce sıkılmadan çılgınlarr gibi eğlenmeyi.. Vıcık vıcık vıcmadan samimi olabilmeyi.. Hayata pasifik bakabilmeyi öğretiyor cümle aleme! Bir lütf-u ilahi, çünkü, daha önce shema benzeri birkaç grup oluşturma girişiminde bulunmuş biri olarak ben; bunca birbirine benzeyen, sorunsuz çalışan, şahsi oynamayıp takım ruhu taşıyan anlayışlı insanın bir araya gelmesini, aylardır da dağılmamasını direkt ilahi bir makama bağlıyorum. İnanılır şey değil! Bir kaderdaşlar toplaşkası, çünkü: 21-27 yaş arası gençleri barındıran ahalimizin (4'ü umutsuz vaka olmak üzere) tamamı bekar! Bir kitlesel delilik hareketi, çünkü: İşte bu kısım anlatılmaz, yaşanır. Bizi izlemeye devam ettikçe anlayacaksınız.
Canan (MiScHiEF!)


canınız sıkkındır, yapacak bir şey bulamazsınız kendinizi ff'e atarsınız.. orda birbirinden içten 7 insan karşılar sizi, an gelir derdinizi anlatırsınız, an gelir dedikodu yaparsınız, an gelir eğlencenin ve kötü esprinin dibine vurursunuz.. en abuk subuk fotoğraflarınızı paylaşacak kadar güvenirsiniz, kendinize inanamayacağınız kadar yakın hissedersiniz.. işte böyle bir oluşumdur şema, işte böyle bir oluşumuz biz.. iyi ki varlar dediğim 7 güzel insan + ben.. öyle işte.. (bu sefer güldürmedi)
"!N"saN BünyeS!


Shema ahalisi, ahali sınırları içerisinde leb demeden çorumun bütün illerini,köylerini,köy muhtarının kızlarının isimlerini sayabilen insanların bulunduğu bir topluluktur... Paintte yapılan bir sanat eseriyle başlar shema ve günümüze kadar devam eder ve de iyiki de eder saygıdeğer bünyeler... Canınız sıkılıp kendinizi bir o yana bir bu yana fırlatmak istediğinizde genel itibariyle zaten yaparsınız bu işlemi işte tam bu dakikada shema hey bro ben burdayım der hiç affetmez... Shemanın sembolü "nıyk çanta (nayk diyenlerin gözlerinden öperim)" olup ki bu bünyenin çantasıdır (bunun hikayesi de anlatılır bir ara) (bu arada o çantam nerde lan benim!) neyse tezahüratı ise "güvenlik" şeklindeki Türkçemizdeki nadide sözcüktür... Shemayı severiz efenim.. Seveni de severiz.. İçindekileri de severiz, hatta onlara guduuu der sevgi gösteririz hatta yeri gelir asılırız efenim...
melankolikdeli


Bir kere burada “beyin bedava”. Kimse bize “Durun siz evlenemezsiniz, kardeşsiniz !” demedi ama ben kendilerini kardeşim gibi sevdim cidden. Ha şimdi yaşımla dalga geçecekler her zamanki gibi ama olsun. “Hoyt !” derim susarlar, severler beni abileri olarak. Nice insan tanıdım şu siber alemde ama çok azını onlar gibi tanıdım ve sevdim. Şimdi olayı “Küçük Emrah”a bağlamak istemiyorum ama hüzünlendim bak. Ağlatmayın lan beni ! Öpüyorum yavrularım sizi çok çok... Kokulu kokulu... (içime Seda Sayan kaçtı)

sLn

Bir gün nasıl başladığını hatırlamadığım bir sohbet üzerine bir grup insan bir araya gelmiş. Birbirleriyle olan bağlantılarını göstermek için çizdikleri bir şemaları varmış. Demişler ki "Eh madem iyi anlaşıyoruz e hadi bir grup oluşturup orada devam edelim sohbetimize." İsimlerini de şemalarından almışlar ve "Şema ahalisi"ni oluşturmuşlar. Neymiş bu Şema? Şema, geyik muhabbetinin dibine vurup gülmekten öldükleri bir yermiş. Şema, can sıkıntılarını paylaşıp birbirlerine yardımcı oldukları bir yermiş. Eh tabi ara sıra dedikodu yaptıkları bir yer de olmuş Şema (: İlk defa bir araya geldiklerinde dahi birbirlerini uzun zamandır tanıyormuş gibi hisseden insanlar hayatlarına dair neler paylaşırsa onu paylaşmış onlar da. Neredeyse her şeyi yani (: Şu anda okumakta olduğunuz blog da kendini şimdiye kadar saklamış o grubun dışarıya ilk açılışı. Bir aradayken çok eğlenen, kendilerini birlikteyken rahat hisseden, aklından geçenleri paylaşmaktan çekinmeyen, eğlenmeyi seven, neşeli, dost canlısı, iyilik sever bir grup insan görüyorum onlara baktığımda, bakalım siz neler göreceksiniz (:
Back to Top