Salı, Kasım 23, 2010

İçecek Ne Alırdım?



Vize zamanı geldi çattı. Ne zaman sınav vakti gelse içimde kalan, gerilere attığım ne varsa gelir oturur karşıma. Beraber nane limon çayı içeriz. Çünkü ben hiç sevmem o çayı.

Vize zamanı gelince hayatımın herhangi bir yerine koymadığım derslerim gelir aklıma. Ve kızarım bu umursamazlığıma. İşte o zaman mutlu geçinen A.nur, kostümlerinden arınıp özündeki giysileri giyer. Ne kadar püften bir hayatı olduğunu düşünür kızar kendine. Sonra aklında o tümce belirir " sendeki de dert mi, şükürsüz!" Sonra düşüncesine de kızar. O susar, "senden bir halt olmaz-vari cümleler" konuşur. Karşılıklı ıhlamur içerler. Ki ben onu da sevmem.

Zaman makinesine binip usta bir dedektifle beni üzecek şeyleri aramaya gideriz sonra. Geçmişten, şimdiden ve henüz bilmediğim gelecekten şeyler toplarız. O kadar yetenekliyizdir ki gelmeyen gelecekten bir torba matafla döneriz. Elimiz boş dönmek hiç olur mu? Sonra, oturur üstüne bir portakal nektarı içeriz. Sever miyim? Hiç sevmem.

Oysa bilir misin? Sevmek istemiştim nane limonu, ıhlamuru ve portakal nektarını. İnsanları sevmek istemiştim. Birini sevmek istemiştim. Hayatımı bu kadar buraya bağlamış olmamın ve açık sözlülüğümün utancını sevmek istemiştim. Felsefe kitaplarındaki "birey sevgiye açtır" ifadesini sevmek istemiştim. Pamuk ipliklerine bağlı umutlarımı da sevmek istemiştim. Ben hep böyle değilim, bilmelisin. Neşeliyim, umutluyum, vazgeçmek kelimesinden nefret eden ve umursamaz olamayan biriyim... Ama geldi ya şu vizeler, ben aralıksız bir şekilde dizi izliyorum ya... Acınası... Tek umursadığım duygularım, vizeler bekleyebilir. Duygularım çok ağır, onlar dizilerin ardına, dolaplara, çekmecelere gizlenebilir...

Birine değer vermeye korkuyorum artık. Yorgunum ve umutsuzluğun içine umursamazlığı eklemişim. Güzel hayallerim rafları süslüyor şu aralar. Vitrin artlarından iç çekiyorum. Sonra derin bir nefes alıp dizilerin başına oturuyorum. Sabah kahvaltı yapmadan okula gidiyorum. Aç karnına su içiyorum. Ki su güzeldir... Ama aç karnına... Sevdiğim şeyi bile doğru düzgün içemiyorum.


Etrafıma, dizilere, yaşamlara bakıp imrenmiyorum. Kabulleniş hali bu. Bir müddet hüküm sürecek gibi...

Belki bir gün sonra çıkar "hayat çok güzel" "umut ne güzel şey" "bir gün her şey güzel olacak" falan da derim. Yani belki değil kesin derim. Sonra sen dengesiz dersin, yalancı dersin. Sonra karşılıklı ıhlamur, nane limon ve portakal nektarı içeriz. Belki tutar seviveririm onları. Dengesizlik ya bu...

Ama ne var biliyor musun?

Sevmeyeceğim.

Ve bu hayattan aldığım buruk tat da hep yutkunduğum yerde asılı kalacak.

Güzel şeyler içince gitti sansam da...

Geçmeyecek.

Cuma, Kasım 19, 2010

serzeniş

Her bayram bana ısrarla mesaj atan güzel insan.
ilkinde kim olduğunu sordum, bana trip attın söylemedin eyvallah..
ikinci soruşumda yine aşkolsun diyip adını söyledin, bu sefer tanımıyorum diye trip attın..
sana ısrarla mesaj atmak istediğin kişinin ben olmadığımı söyledim yine beni nasıl tanımazsın dedin..
sorun şu güzel kardeşim, bayramda seyranda mesaj atmandan rahatsız değilim ama ben seni TA-NI-MI-YO-RUM..
ben sandığın kişiye kırılma diye bir kaç bayram cevap bile attım daha ne yapayım!


p.s: bu seferlik bayram mesajlarınıza geri dönemedim, mazur görün..

Çarşamba, Kasım 17, 2010

açtırdın bayramlık ağzımı

eskiden, çok çok eskiden bizim ailenin bayram aktiviteleri değişmez iken...

ramazan bayramlarını istanbul'da geçirirdik. sabahın köründe kalkılır, hiç bişey yemeden önce ağza bi şeker atılıp "oruç şekerle açılır", ardından bayramlıklar giyilip saçlar taranıp süslenilip püslenilip aile içi bayramlaşılır ve amcamlara gidilirdi kahvaltıya. koskoca bi yer sofrasına sıkış tıkış oturarak büyük bi aile kahvaltısı yapılırdı. biz küçüktük o zamanlar, bulaşık yıkama kabiliyetimiz yoktu ve kahvaltıdan sonra mutfak yerine çocuk odasına sıvışır, kuzenler topluluğuyla oyun moyun oynardık; babam, annem, amcam ve yengem çocuksuz gidilmesi gereken bayram ziyaretlerini yaparken. bi süre sonra sıkılır ve gelmelerini dört gözle beklemeye başlardık.

evimize geçtiğimizde bissürü misafirimiz gelirdi, ve onlara sadece hazır baklava ikram ederdik. annem tatlı yapmayı bilmediği gibi, börek yapmayı da bilmezdi. olsun, baklava da iyiydi. akşama doğru sülale büyüklerinden başlayarak bayramcı gezer, 2. günün sonunda ya da 3. gün de amcamları ağırlardık. cümbür cemaat gelirlerdi, kocaman aile tablomuz bi de bizim evde poz verirdi.

kurban bayramlarında ise kütahya'daki halama giderdik, kocaman bi bahçesi olan küçük bi evde kalırdık. arefe gününü bahçedeki koyunlara -çok yaklaşmadan- bakmakla, pisliklerini zeytin çekirdeğine benzetmekle, yoğurtlu mantı yiyip yatmakla geçirirdik. orada bayram çok güzel geçerdi. sabah hava eğer çok soğuksa pencereden, yok eğer ılıksa da bahçeye çıkarak kurbanın kesilişini izler, alnımıza kurban kanı sürdürür; kahvaltıda kavurma, haşhaşlı lokum, top şeklinde tereyağı, ev yapımı çokokrem yerdik. bayramlaşma faslı kahvaltıdan önce miydi sonra mıydı hatırlamıyorum. ama halam bize hep mendil, çorap verirdi onu çok iyi hatırlıyorum.

halamın tam 5 tane kızı vardı. en küçüğü benden 6 yaş büyüktü ve bizle en çok o ilgilenirdi. çok severdik biz de onu, dibinden ayrılmazdık. arkadaşlarını bizle tanıştıracağı zamanlar heyecandan ölürdüm. arkamdan bişey söyliycekler mi acaba diye nasıl merak ederdim. sanki hepsi birer popstardı, ama en çok halamın kızı tabi ki. kıpkıvırcık saçları vardı. bi keresinde benim saçımı tepeden toplamıştı, sanırım daha önce hiç tepeden toplamamıştım saçımı ve daha uzun gözükmesine sebep olduğu için ona teşekkür etmiştim.

gelelim mi bugüne peki? mesela bu yılki 2 bayrama?

ramazan bayramımız çok güzeldi, o kadar güzeldi ki sorma. nerdeyse bütün akrabalar köydeydi. biz gitmedik. gidemedik. çünkü yıllarca amcamlarla birlikte kaldığımız köy evimiz artık bizim değil. çünkü babam ve amcam birbiriyle konuşmuyor. insan kardeşiyle hiç konuşmaz mı? konuşmaz işte. evi bile paylaştılar. sebep de ne olsa beğenirdin? o küçük çocuklar. iki kardeş, birbiriyle bacak kadar çocukları büyüdükten sonra onlar yüzünden küsebilirmiş. bugün de hayattan bunu öğrendik, hadi bakalım. kaldık mı istanbul'da gene? kaldık. sıkıldık. kalabalıksız bayram mı olurmuş? oldu işte.

kurban bayramı, yani bugün. nankörlük yok, kötü değildi. ama kütahya'daki kadar iyi de değildi. hatta inanmazsın, babam ve kütahya'daki halam bile konuşmuyor artık birbiriyle. sebep? anlatmaya değmez, öyle boktan.

yazdıkça bunaldım, boğuldum. hayat çok acımasız diye höykürsem olmaz mıydı, uzatmadan? olurdu ama anlar mıydın o zaman? anlatmak lazımdı.

çok sıkılıyorum ben artık bayramlarda. amcamlarsız bayram olmazmış sanki, öyle hissediyorum. belki köyde yeni bir evimiz olacak ve köye de gideceğiz gene ama amcamlarsız köy evinin tadı mı olur ki? onun kızı benim ikizim bi kere. karısı 2. annem gibi bişey. çocukları ablam, abim. hiç olmadı ki şimdi böyle.. 2 sene öncesine kadar babam bizi amcamlara bırakırdı bayramlarda, kendi gelmese de bizim gitmemizi isterdi. amcamın çocukları da aynı yöntemi kullanmaya başladılar sonra. çok kötü bişeydi o. bilir misin? bilmezsin umarım. babamın abisine, babamsız gitmek ne kötü bişeydi. insanın amcasının, düğününe gelmeyecek olması mesela, ne kötü bişey olacak. bi yerde karşılaştığında, babanın abisinin sana "annen baban nasıl" yerine "annenler nasıl" demesi. bu inan çok kötü bişey. hiç olmadı böyle gerçekten. bunu kabul etmedik, tekrar bekleriz. gelmez misiniz? gelmezsiniz tabi ki. bekleyende kabahat! zaten çocuklarınız bizim yöntemi bıraktı bırakalı, kötülüğe iyiliği benimsemiş ailemiz bile döndü. biz de size gelmiyoruz 2 senedir. farketmediniz mi? etmez olur musunuz..

çok üzülüyoruz biz artık bayramlarda. ikizim ve ben. ve abim, ve ablam. belki amcamın diğer çocukları. ndan bazıları, evet bazıları. çok mu kişiselleştirdik? öyle oldu. burası benim babamın blogu değildi!

velhasıl-ı kelam, hayat çok acımasızlaştı ve bayramlar artık bayramlığını bilmiyor. sevindireceğine, üzüyor. gene de kutlu olsun, mutlu olsun.

diyerek huzurlarınızdan ayrılır, bu yazının utancını yaşayan bi dost...

Perşembe, Kasım 04, 2010

Söyleyeceklerim vardı da, onun için rahatsız ettim-2

Seslenmeye devam ediyoruz. Bu kez belli kişilere değil aklıma gelen herkese sesleneceğim.


* "Öğretmenlik bayan mesleği" deyip genç kızlarımızın beynini yıkayan ablalar-abiler!
Durun ya! Haftanın 6 günü sabahın 9'unda evden çıkıp akşam en erken 8'de eve varmayı kaldırmıyor benim bünyem. Ben sizi dinleyip öğretmenliğe bulaşmadım tabi ama siz bir susun, bırakın gençler ne istiyorlarsa seçsinler. Atansalar hafta sonları tatil yapacaklar, en geç 5'te çıkacaklar, yazın 3 ay tatilleri olacak belki dediğiniz gibi (ki uzaktan gözüktüğü gibi değil kesinlikle) ama ya atanamazlarsa? 


* Sevgili öğrenci velileri!
Dershaneye para verdiğiniz için orayı ve orada bulunan herkesi satın aldığınızı düşünmeyin. Dünya sizin çocuğunuzun çevresinde de dönmüyor zaten. 24 saatimizi tek çocuğa ayıramayız.


* Sevgili işverenler!
Öğretmenlik mezunu olduğuma bakmayın, dil ve edebiyat bölümünde gösterilen bütün dersleri de aldım ben, valla. Acıyın bana be :(


* Öğrenci milleti!
Öğretmenleri bıraksanız 24 saat ders anlatacak tipler sanmayın. Ben gayet sakin ve son derece sıkıcı hayatlara sahip insanlar olduklarını sanırdım mesela, okul dışında hiçbir şekilde sosyal hayatları olmadığına inanırdım küçükken ama öyle değilmiş. Öğrencilik yıllarında edinemediği sosyal çevreyi öğrenciler arasında oluşturmaya çalışan insanlar görüyorum ama onlar istisna. Öğretmeniniz dersten çıkıp bir metal grubunun konserine gidiyor olabilir, mümkün böyle şeyler.


* Toplu taşıma aracında dinlediği müziği herkese duyuran tipler!
Ya ben normalde de Serdar Ortaç, Demet Akalın ve türevlerine tahammül edemiyorum, özellikle sabah sabah hiç çekilmiyorlar. Sen seviyorsan dinle, sana karışan yok ama ya sesini kıs ya da adam gibi kulaklık al yahu! 


* Msnde sadece kendileriyle konuşmamızı, bütün gün kendileriyle mesajlaşmamızı, kendileri dışında hiç çevremiz olmamasını isteyen tuhaf arkadaşlar!
Senin başka arkadaşın yok diye benim de mi olmasın? Ayrıca gün boyu mecburen seni görüyorsam neden akşamımı da seninle saçma sapan konulardan bahsederek harcayayım?


* Kendilerini olduklarından farklı göstermeye çalışıp bu yolla ilgi çekeceğini sanan tipler!
Biz sizi tanıyoruz be canım, benim senin hakkında her şeyi bildiğimin farkında olmana rağmen yanımda kendini başkalarına olduğundan çok çok farklı anlatmak seni sadece salak durumuna düşürmüyor mu sence de?


* Sevgili ÖSYM!
Bir dahaki sınavda mentollü olips verme, karnımız acıktı yiyince.


* Sevgili polisler ve güvenlik görevlileri!
Sınav sabahı ayakkabıların içi, kulak içi gibi yerleri aradınız ya bir şey saklayıp saklamadığımızı görmek için, gerçekten size saygı duydum. Benim asla midem kaldırmazdı öyle bir arama yapmayı.


* Ön lisans ve lise mezunlarının girdiği KPSS sanıp eğitim bilimleri sınavına gelen kız!
Yavrum sen otur evinde e mi annem? Sınav yerleriniz bile belli olmamışken ne düşünüp yollara düştün bilmiyorum ama boş ver sen memur olup ne yapacaksın. Milleti de sıkıntıya sokarsın falan. Gerek yok. Yeni bir kariyer planlaması yapalım sana gel.


* Sevgili şema ahalisi!
Yazın uleynn!
Back to Top