Cumartesi, Ekim 09, 2010

Söyleyeceklerim vardı da, onun için rahatsız ettim

Seslenmek istediğim 3 kişi var. Sırayla hepsine söylemek istediklerimi iletip içimi dökmek istiyorum.


Toplu taşıma araçlarından herhangi birinde tam karşımda oturan adam;


Yol uzun olunca sürekli sağa ya da sola bakmak çok yorucu oluyor. Durmadan kafayı çevirmekse tuhaf görünüyor. Arada normal bir şekilde önüme bakma ihtiyacı duyuyorum. Önüme bakınca sana bakmış gibi oluyorum. Sen de sanıyorsun ki seni kesiyorum...


Yok canım öyle bir şey. Ben senin bildiğin kızlardan değilim, hıh! 


Kalabalık mekanlarda (kafe, alışveriş merkezleri vb. ) televizyonun ya da haber özetleri ve hava durumunun geçip durduğu ekranların önüne, yanına, altına oturan o adam;


Canım bak şimdi, topluluk dikkatle sana bakmıyor. Hepimiz ekrana kilitlenebiliyoruz zaman zaman. İlgimizi çeken bir şey görüyoruz, olamaz mı yani? "Herkes bana bakıyor, süperim" diye düşünüp kasılmaya başlama hemen. Kimse senin orada olduğunun farkında bile değil aslında. (Tamam belki bakanlardan biri ekrana değil sana takılmıştır, bilemem.) Johnny Depp değilsen öyle bir ortamda gözlerimi dikip sana bakmam ben, neden bakayım di mi? Bakacak olsam da çaktırmam en azından.


Son kişimiz bu sabah başıma gelen bir olay üzerine seçildi. Reklam panolarının ya da otobüs duraklarındaki reklamların önünde dikilen adam;


Bak yavrum sana diyorum, hişşt sen sabahki!


Hem reklam panosunun önünü kapatmışsın, cnbc-e ile alakalı olduğunu sandığım o reklamı göremiyorum. Hem de çapkın bakışlar atıp manyak manyak gülüyorsun. Otobüste olmasam seni bozardım ama neyse. Çekil çocuğum ordan, çekil! 


Son bir seslenişim daha olsun. Yüzüne bakıldığında "acaba yediğim yemek dudağımın kenarına mı bulaşmış" diyen, karşıdan gelen biri gülümsediğinde "acaba pantolon giymeyi mi unuttum" diye düşünen, biri dikkatli dikkatli baktığında "kime bakıyor bu adam/kadın" diye dönüp arkasına bakan o insan, merhaba!


Sen kendine güvenmiyorsun diye eleştiriliyorsun ama olsun, aslında güzel bir insansın sen. Hem kendine güvenin de fazlası zarar değil mi?


(Neden sadece adamlara seslendiğimi merak eden olursa diye not: Kızlar onları süzdüğümü, dahası onlardan hoşlandığımı düşünmüyor ki. Onlarla sıkıntım yok. Erkek olsam belki.)

Salı, Ekim 05, 2010

İngiliz Klasikleri Havasında Kostümlü Drama - II

Nihayet bu serinin ikincisini yazma isteğini kendimde bulup bilgisayar başında yerimi aldım. Artık pek de fazla kalmayan bu güzelim seyirliklerin bir kısmına daha burada değinmeye çalışacağım. Hele son günlerde sabahın altılarına kadar böyle diziler izlemekten kendimi alamazken... Yazının birincisini merak edenler tam şuradan ulaşabilir. Ve başlıyoruz...

* Becoming Jane: Kostümlü drama filmlerine romanlarıyla önayak olmuş sevgili Jane Austen'ın hayatından bir kesit sunan bu film, belki de tüm o Jane Austen filmlerinden önce izlenmelidir. Tom Lefroy'la yaşadıkları güzelim aşkın sonucu olan kitaplara daha farklı bakmamızı sağlar belki bu... Austen'ın mutlu sonlarının kaynağını bulmamızı sağlar. Açıkçası Anne Hathaway ve James McAvoy'un bir filme bu kadar yakışabileceğini düşünemezdim ben. Özellikle Hathaway'den haz etmeyişim göz önüne alınacak olursa... Filmi izledikten sonra Austen'la aranızda güzel bir bağ oluşabilir -eğer benim gibiyseniz birazcık- ve Lefroy karakteri "aşık olunacak erkek" olarak zirveye oturabilir. Bilmiyorum, bu filmi çok sevdim ben. Çok...





* Miss Austen Regrets: İtiraf etmeliyim ki ilk başta çok beğendim bu filmi. Ama filmin ortalarına, hatta sonlarına doğru kafamdaki "Jane Austen" ı yıkmaya çalıştığı için çok kızdım. Becoming Jane'deki o aşık olunacak aşkı "hiç" olarak gördüğü için hele... Austen'ın hayatı boyunca yaptığı seçimlerden pişmanlık duyup duymadığını tarttığı, kırklı yaşlarından ölümüne kadar olan süreci anlatan bu filmin artıları olabilir. Hatta bazen "iyi ki izlemişim denilecek filmler" içine alır gibi olunabilir. Ama yine de hayransanız Jane Austen'a, kendinize o döneme dair bir dünya kurmuşsanız bu filmi ekleyerek o dünyayı zedeleyebilirsiniz. Belki, ölmeden evvel izlerseniz farklı bir etki yaratabilir ama şimdilik tılsımları karartmaktan başka bir şey olmaz.




* Amazing Grace: Austen uyarlamaları gibi bir şeyin beklenmemesi gereken ama yine de o dönemi anlatan güzel bir film. İngiltere’de köleliğin yasaklanması için büyük mücadele veren William Wilberforce'un hikayesini konu alan bu film hakkında çok fazla şey hatırlıyorum desem yalan olur. Dönemin hukuk anlayışını eleştiren bir yapısı vardı, içine çok az romantizm sızmıştı ama yine de izlenir bir filmdi. Biyografiler iyidir diyenler için...



* North and South: Elizabeth Gaskell'in kitabından uyarlanan bu mini dizi İngiltere'nin sakin ve huzurlu güney kasabası Helstone'dan bir sanayi şehri olan kuzeydeki Milton'a taşınmak zorunda kalan,bu iki farklı yer ve temsil ettikleri değerler arasında uyum sorunu yaşayan Margaret Hale'in yaşadıklarını konu alır. Burada pamuk işletimiyle uğraşan Bay Thornton'un işçilere kötü davranışı, sınıf ayrılıkları bolca yer doldurur. Bununla birlikte buna tepki veren Margaret ile bunu savunan Bay Thornton arasında bir çekişme de kaçınılmaz olacaktır. Çok güzeldir. Seçilen karakterler yerindedir, her şey tam olması gerektiği gibidir. İzlenilmelidir...




* Emma (mini dizi): Jane Austen'ın aynı adı taşıyan romanının uyarlaması Emma, benim için ayrı bir önem taşır. Zira okuduğum ilk Austen kitabıdır o. Bu seride var olan Emma uyarlamalarının ikisine de değineceğim. Bunlardan ilki olan 2009 yapımı mini diziyi izleyeli çok olmadı aslında. (Dün gece oturup sabah ışınlarıyla başından kalktığım düşünülürse...) Ama şunu söylemeliyim ki, en güzel mini dizilerde bu dizi benim ilk üçümdedir. Filminden daha iyidir. Emma izlenmemişse hiç, ilk bununla başlanmalıdır. Hem görsel olarak tatmin edici olan bu mini dizide karakter -oyuncu eşleşmesi de çok yerinde olup, filmin içsel boyutu da şahanedir.



*Emma (film): Normalde bir kitabın, biyografinin birden çok uyarlaması varken,bunlardan yalnız bir tanesini koymayı düşünmüştüm. Bundan evvel yazdığım yazıda "bu tercih edilmeli" dediğim film mevcuttu mesela. Ama iki, yahut daha fazla uyarlama da iyiyse kendi içinde ve bu tür filmlerin azlığından şikayetçiyseniz benim gibi her ikisini de izlemek isteyeceksinizdir. İşte Emma'nın 1996 yapımı bu filmi de gayet iyidir. Mini dizi ile kıyasına gelirsek, onu yazının en sonunda görebilirsiniz sanıyorum :)




* An Ideal Husband: Oscar Wilde'nin kadın, erkek, evlilik konularına kafa yorduğu oyunundan uyarlama bir film. Açıkçası ben izlerken her türlü duyguyu tattım. Özellikle "eğlenceli" boyutu öne çıkan filmlerdendi. İyiydi, harikulade değildi ama iyiydi...



Son olarak sıralamayı yapalım yine. Açık söylemek gerekirse birinci seçmek çok zor benim için. İlk üçün hepsi benim gözümde ayrı yerlerde birincidir zira. Ama yine de madem yapacağız sıralama dedik, şöyle olsun dedim ben de:

7) An Ideal Husband

6) Amazing Grace

5) Miss Austen Regrets

4) Emma (film)

3) North and South

2) Emma (mini dizi)

1) Becoming Jane

İlk üçü böyle yapmış olmaktan vicdan azabı duyup şöyle yapalım:

1) Emma (mini dizi) - Becoming Jane - North and South

(Evet böylesi daha iyi)

Bir sonraki seride görüşmek üzere, mutlu kalın!
Back to Top