Çarşamba, Eylül 29, 2010

Rüya Tadında


Hayatım boyunca duygusal biri olacağım, biliyorum. Bunu hiçbir şey değiştirmeyecek. Belki kimseye aşık olmayacağım ama yine aynı filmde ağlayacak, aynı kitabı elimden bırakamayacağım. En sevdiğim filmler dram - romantik tadında olacak. Fark etmeden kendi hayal dünyamda mükemmel aşkın imgelerini barındıracağım. Bu yüzden günümüz aşklarına burun kıvırıp hayali aşkın içine gömüleceğim. Ve fark etmeden tüm bunları bilinçaltıma iteleyeceğim.

Bilinçaltı. Korkutuyor bazen beni bu söz. Yani rüyalarım. Uyanmak istemediğim rüyalarım. Hayal gibi olmayan, içimin kıpırtısını duyabildiğim rüyalarım.

Bundan evvel bir kez kendimi rüyamda aşık olarak görmüştüm. Kimseyi sevmediğim zamanlarda bir kez yani... Tanımadığım, yüzünü de görmediğim biriydi bu. O sabah uyanıp uyanıp yeniden uyumaya zorlamıştım kendimi. Yüzümde salak bir gülümseme vardı en son uyanışımda, bilmem söylememe gerek var mı?

Bugün yeniden gördüm öyle bir rüya. Bu kez çok yakından tanıdığım birine aşık olmuşum. Bu bahsi geçen kişinin de bana duyguları vardı geçen yıl ama sonra kavgalı bir şekilde yollarımızı ayırmıştık. Neyse... Nedense normal hayatta bana çok itici görünen o aşk, rüyada öyle farklıydı ki... Bende bir heyecan, bir tutku, şekerparelik... Ayaklarımın havalanışını şu an bile anımsıyorum.

Ne garip... Aşk ne de güzel aslında. Saf bir şekilde hissedilen o duygu yoğunluğu. Kim olursa, kime olursa olsun. Ne de şahane...

Ben normalde böyle yazılar yazmayı sevmiyorum, yani açıkça dile getirilen mevzuları...

Ama bu, bu içimde kalamadı.

İşte öyle!

Pazartesi, Eylül 27, 2010

Okuduğunu anlayabiliyor musun abla?

Matematik öğretmeniyseniz "Hacı fonksiyon çözebiliyon mu sen" diye gelen olmaz yanınıza. Ya da geometriden anlayıp anlamadığınız merak konusu olmaz. Ne bileyim denklem çözerken zorlanıp zorlanmadığınızı merak etmezler. Üniversiteyi yata yata bitirseniz dahi çok zorlanmışsınız gibi kandırabilirsiniz insanları.


Kimya öğretmenine periyodik cetvel sorulmaz, biyoloji öğretmeninin hücredeki organelleri bilip bilmediği merak edilmez, Türkçe öğretmeni "cümlenin öğelerini rahat bulabiliyor musun" sorusuyla karşılaşmaz hiç. Nedense en abuk sorular biz yabancı dil öğretmenlerini bulur. (gözlemlerimden yola çıkarak yorum yapıyorum, ben bilmem ne öğretmeniyim, konuyla ilgili çok saçma sorularla karşılaşıyorum derseniz sizi de dinlerim, gözlemlerime yenilerini katmış olurum.)


Kabul ediyorum, hiç yabancı dil öğrenmemiş biri için bir insanın başka bir dilde konuşabiliyor olması tuhaftır. Ben küçükken bütün dünya insanları cümleleri Türkçe olarak düşünür sonra kendi dillerine çevirip söyler sanırdım. Ama lise hazırlıkta gördüm ki başka bir dilde düşünebilmek mümkünmüş. Ya da ne bileyim, kimisi uğraşır uğraşır beceremez başka dil öğrenmeyi, onların şaşırmalarını anlıyorum. 


Ama hâlâ gelip bana "Sen şimdi İngilizce konuşabiliyor musun? Fransızca film izlediğinde konuşulanları anlayabiliyor musun? Başka dilde bir şey okuduğunda anlıyor musun okuduklarını" vb. soruları sormayın yalvarırım. "Yaa onlar da benim için iş mi" demiyorum, ben de iki yabancı dil konuşarak doğmadım. Birini tam anlamıyla 14, diğeriniyse 18 yaşından sonra öğrendim. Üstelik sizlerin dil öğrenmede yaşadığınız zorlukların hepsini derslerimde gördüm. Biliyorum. Ama bunca sene okumuşsam ve bu işin eğitimi üzerine çalışıyorsam okuduklarımı tabi ki anlayabiliyorumdur di mi?


Başta verdiğim örnekler var ya, işte tam olarak onlar kadar saçma bir dil öğretmenine gidip "okuduklarını anlayabiliyor musun" diye sormanız. 


Bıktım insanlara derdimi anlatmaya çalışmaktan :(


Bunlar zekilikle ya da aptallıkla ilgili şeyler de değil. Bilmem kaç senelik öğretmenim diye konuşup duran bir adamın "zekiler matematik öğretmeni olur fazla zeki olmayanlar sosyal bilgiler öğretmeni" şeklindeki genellemesini duyduğumda kafa atmak istediğim doğrudur. (ifadeyi yumuşattığım da doğrudur. ayrıca bahsettiğim adam hayatımda gördüğüm en büyük gerizekalıdır! kendisi çalıştığım yerin eski müdürü olur)


"Ben öğretmenim" diyen birinin çoklu zeka kuramından haberdar olmaması ne acıklı di mi? Formasyonda çok gereksiz şeyler de veriliyor olsa da bazıları gerçekten faydalı. Mesela öğrencilerin hangi tür zekaya sahip olduğunu bilmeniz ona yardımcı olmanızı kolaylaştırıyor.


Çoklu zeka testlerini IQ testi sanıyordu bir de. Uff Allahım, nerede böyle tipler varsa beni bulmasınlar ne olur :(


Çoklu zeka kuramı şudur: http://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%87oklu_zek%C3%A2_kuram%C4%B1


Benim Sözel-dilsel zekam baskın olduğundan diğerlerine göre daha kolay dil öğrenirim. Daha kolay konuşurum, daha kolay yazarım. Bir başkasının matematiksel zekası baskındır, o da onu daha kolay yapar falan filan. Normal insanlara kızmıyorum bak. Beni çileden çıkartan "ben eğitimciyim" diyen bir takım insancıkların bunları algılayamaması. 


"Biraz Fransızca konuşsana"dan sonra beni en çok kızdıran cümleler bunlardır. Arz ederim. 

Cumartesi, Eylül 25, 2010

kitap öyle okunmaz, böyle okunur.

kitap okuma alışkanlığını küçük yaşta edinemediğinden dolayı büyüyünce zorlanan insanları temsilen ben, en rahat ve en rahatsız nasıl kitap okunur nasıl oturulur nasıl durulur edilir onları yazmaya karar verdim. ben yandım eller yanmasın.

1. efendi oturuşu: böyle bildiğiniz normal oturuştur bu. koltuk, kanepe, sandalye her ne ise altınızdaki, ona oturur, ayaklarınızı yere değdirir arkanıza yaslanırsınız. kitabı da elinize alıp, dirsek içlerinde 60 derecelik açı yaparak tutarsınız. yorucudur, rahatsızdır, tavsiye edilmez.

2. yastıklı efendi oturuşu: oturuş aynıdır, kucağınıza bi yastık alır kitabı onun üzerine koyarak tutarsınız. fena değildir, kollarınız ağrımaz en azından ama daha iyileri varken gereksizdir.

3. yayılmaca: koltuğun köşesine geçer, kabaetinizi tam arkaya değil de oturma minderinin ortalarına yerleştirirsiniz. dizlerinizi kırıp, ayaklarınızı koltuğa alırsınız. dizler yana falan yatmaz ama havadalar. kitabı dizlerinize yaslayarak tutarsınız. rahattır, iyidir ama biraz uykuya meyilli iseniz uykunuzu getirir.

4. yatış: bu bildiğimiz yatış. kafan yastıkta, nerdeyse yere paralel. ayaklar uzun, kanepedeysen yaslanmalığın tepesinde. kitap havada.. yorucu ya, hem uyku getiriyor hem kollar kas yapıyor. ıı-ıhh. yapmayın bunu.

5. yarı yatış: yastığı biraz kaldırıp yatağın başına veya kanepenin kolluğuna dayandırıyorsunuz. kafa yere paralel olmaktan kurtuluyor, ~50 derecelik bi açı oluşturuyor. ayaklar kanepenin tepesine çıkamaz tabi bu durumda. ya uzun, veya da kendinize doğru çekip dizleri kırabilirsiniz. eller yan göbeğe değer vaziyette kitabı tutar. fena değildir bu da. okunur.

6. masa-sandalye: açıklamaya gerek yok değil mi? sandalye çekip masanın etrafına oturmaktan bahsediyorum. ben asla böyle okuyamam kitap, okuyan varsa haber salsın.

7. isimsiz: ya buna bi isim bile koyamıyorum, hiçbir isim bu rahatlığı tarife yetmez bana göre. yıllardır arayıp da bulamadığım evladım gibiymiş bu poziyşın sanki. sanki bunu keşfedemediğimden okumuyormuşum yıllardır.. dur bak tarif edeyim sen de anla, hak ver. şimdi 2'li bi koltuk var, onu sağ kolluğu duvara değecek şekilde yerleştiriyorsun. sonra sağ kolluğun üzerine bir yastık koyuyorsun. duvar yumuşak bir hal alıyor yani. geçiyorsun koltuğa, başını yastığa verip ayaklarını uzatıyorsun. avantajları: hem kafan boşlukta olmuyor. hem dik duruyorsun sırtın ağrımıyor. hem bunda rahatlığa rağmen uyku yapmıyor. hem ayakların uzun olduğundan dizlerin ağrımıyor. hem kollar ağrımıyor. hem....

bu faydalı paylaşım için kendime teşekkür ediyor ve huzurlarınızdan ayrılıyorum. deneyin bak sonra bozuşuruz!

Cuma, Eylül 17, 2010

40. yazıyla kırk.

40 önemli bir sayıdır. tarihte de yeri büyüktür.

40. müslüman Hz. Ömer'dir.

mhp'nin 40. yıl hesapları dillere destandır.

pislenmiş mutfak kapları toprakla kırklanır. yoksa yenmez-içilmez onlardan.

bebeklerin kırkı çıkınca bi takım organizasyonlar falan yapılır.

önemli insanların düğünleri 40 gün 40 gece sürer.

haramiler 40 kişidir.

kalabalıklar için de "yarısı 40 kişi" denir.

zekat miktarı malın 1/40'ıdır.

bir fincan kahvenin hatır süresi 40 yıldır.

bir şeyin nadir yapılması için 40 yılda bir olması gerekir.

ve bir dostluğun sağlamlığını ispatı için de 40 yıllık olması.

Hz. Muhammed (s.a.v.) 40 yaşında peygamber olmuştur.

40 hadis ezberlemek güzeldir.

teneşir de 40'ından sonra azanı paklar.

hamilelik ortalama 40 haftadır.

40 katır veya 40 satırdır.

ve sebeb-i yazımıza gelelim.

bugün de shema ahalisi 40. izleycisine kavuşmuştur.

hoşgeldin der, ayrılmamasını dileriz.

Perşembe, Eylül 16, 2010

Alelade Günler Sandığı




On üç yahut on dört yaşımdayken bir okul dönüşü ansızın yağmur çiselemeye başlamıştı. Bilmem bahsettim mi... O yağmurlu günde kafamda türlü şeyler dolaşırken olsun be, deyivermiştim, olsun, şimdi bunu düşünmeyeceğim.


Mutlu bir şekilde yağmurda ıslanıp, geleceği hayal etmiştim.

Ve kendime düşün demiştim, düşün, bu günü yıllar sonra da düşün.
Hiçbir özelliği yok, yağmur var, sen varsın ama bugün de "hatırlanası" oluversin senin için.

Bugün senin özel bir günün olsun.

Ve unutmadım hiç.

Ne zaman yağmurda yürüsem o günü hatırlıyorum, ne zaman kendi halime kalsam ve hayal etsem bir şeyleri, bakıyorum: yine o gün!

Keşke daha fazla günü mimleseymişim de hafızamı boş şeylerle doldurmasaymışım. Rutin ama sevimlilere yer açsaymışım diyorum bugün yeniden.

Sen... Evet evet sen. Sen de yapsana öyle şeyler...

Alelade bir günü mimleyip hatırlasana yıllar sonra.

Yeniden "o" olsana...

Çarşamba, Eylül 08, 2010

Bayram neymiş, ne değilmiş





* Bayram ziyaret zamanıdır. "Artık insanlar eskisi gibi birbirini ziyarete gitmiyor" diyenlerdenseniz bu bayram bizim eve bekleriz sizi. Sabah 10.00, gece 12.00 demezler gelirler. 3 günü bizim evde geçirip nereden tanıdığımızı bile bilmediğimiz akrabaların geldiğini gördükten sonra o cümleden vazgeçeceğinizi garanti edebilirim.




* Bayram kaç yaşında olursanız olun şeker-çikolata zamanıdır! Bizim evde, hatta şu an şu yazıyı yazmakta olduğum masanın yan tarafında daimi bir abur cubur stoğumuz vardır. Çikolata, şeker, bisküvi, kek, cips vs. Bitmeden yenileri gelir oraya eklenir. "Ayy canım çikolata istedi ama bu saatte nereden bulacağım" dememe gerek kalmaz, yeri bellidir. Evet biz obur insanlardan oluşmuş bir aileyiz! Durum böyle olsa bile fark etmez, bayram çikolatasının yeri hep ayrıdır :)




* "Nerede o eski bayramlar" geyiğini tekrar tekrar duyacağınız zamandır bayramlar. Yaşlıların söylemesine anlam verebiliyorum ama 12 yaşındaki kuzeniniz facebookta duvarına yazacak, ne bileyim 13 yaşındaki komşu kızı msn iletisi yapacak bu cümleyi. Yadırgamayın. Yine de insan sormak istiyor tabi: "Ah be evladım, hangi eski bayramlar? 6 yaşındayken bayramı bilgisayarda oyun oynayarak geçiriyordun şimdi msnden ve facebooktan kankalarınla sohbet, fotoğraf beğenme, yorum yazma halindesin sürekli. Özlediğin eski bayramlar bilgisayar oyunu oynadığın günler mi? Öyleyse aç, oyna."




* Bayramlar geçmişteki alışkanlıklarınızla bugünküleri karşılaştırıp kendi kendinizi sorguladığınız dönemler olabilir. Bayramlık mevzusuna takılıyorum mesela ben zaman zaman. Eskiden heyecanlanılırdı bayramlık almaya giderken. O giysi bayram içindi ve bayramdan önce asla giyilmezdi. Şimdi kendime giysi alırken bayram aklıma dahi gelmiyor. "İşe giderken giyerim", "Arkadaşlarla dışarı çıkarken giyerim", "Özel günlerde giyerim" gibi kriterler üzerinden belirliyorum alınacakları. Bayram dışındaki zamanlarda sürekli erken kalkıp çalışmak zorundaysanız bayram bir tür "dinlenme" halini alabiliyor sizin için. Bunu da okulu bitirince öğrendim... Eski bayramlar ve yeni bayramlar karşılaştırmasından ziyade eski Selin ve yeni Selin karşılaştırmasına gidiyorum ben.




* Bir de bayram mesajları var. İtiraf etmek gerekirse şu upuzun mesajlar var ya, işte ben onların yarısından sonrasını okumuyorum. Halbuki bana "Bayramın mübarek olsun", "İyi bayramlar", "Bayramın kutlu olsun" vb. bir şey yazsan inan daha çok mutlu olacağım. Forward mailler gibi o mesajlar. Biri birine gönderiyor, o başkasına gönderiyor, 5 kişiye göndermeyince başımıza iş geliyor mu bilmiyorum ama zincir hep bana geldiğinde kırılıyor. Haberiniz olsun.




* Bayram bu yazıyı okuyanların çoğu için akraba akraba gezmekse de bu satırların yazarı için evde oturup misafir beklemek. Şu insanların ailece gezdiği ya da küçüklerin büyüklere gittiği sistem bizde işlemiyor maalesef.




* Bayram arkadaşlarla gezme zamanı değil. Her yer öyle kalabalık ki insanın çıkası gelmiyor.




* Yaşlı ve çocukların oynatıldığı şu reklamları izleyip hüzünlenme zamanı bayramlar. İtiraf edin etkileniyorsunuzdur az da olsa.




* Bayram fazla tatlı yiyip mideyi bozma zamanı tabi ki!




* Yanınızda olmayanları düşünüp hüzünlenme kısmından bahsetmek istemiyorum.


Eklenecek daha onlarca şey vardır tabi ama bu kadarı şimdilik yeter.


İyi bayramlar herkese şimdiden. Sevdiklerinizle birlikte keyifli bir bayram geçirirsiniz umarım :)

Çarşamba, Eylül 01, 2010

neler ögrendik

Ablam olan selin ile küçük yaşlarda başladı korku filmi sevgimiz.. orta okuldayken arkadaş grubumuzla kimsenin izlemeye cesaret edemediği korku filmlerini alır, birbirimize sarılarak yer yer birbirimizi korkutarak izlerdik..

Halen en sevdiğim türdür korku filmleri.. özellikle kötü yapılmışsa ve klişeyse bayılırım (tahmin etmesi zevkli oluyor).. komedi filmlerinden daha fazla eğlenirim bazılarının ödünü koparan filmleri izlerken.. haliyle onlardan bir sürü şey öğrendim.. burada da listelemek istedim müsadenizle..

- 5-6 genç bir araya gelip tatil/gezi planları yapıyorsa gidecekleri yer mutlaka abuk subuk bir yer olmalıdır.. mümkünse sapa ve ıssız olmalıdır ki katil/hayalet bunları rahatça doğrayabilsin..

- esas kız küveti doldurmuşsa mutlaka yukarıdan kafasına bastıracak biri ya da göreceği bir silüet vardır.. hele bir de gözlerini kapadıysan, gittin kızım.. kurtuluşun yok.. (bu yüzden yıllarca küvet görmeye bile dayanamamış olabilirim, hala daha küvette uzanamıyor olabilirim, bu bahsi kapatalım kuzum :P)

- cesur ve girişken bir tipsen katilin en son hedefisindir, yok abuk subuk espriler yapan biraz yılışık bir gençsen ilk giden sensin, üzgünüm..

- eğer uzak doğuluysan işler senin için daha da vahim bazen bir müzik aleti, bazen ise bir fotoğraf makinesi başına iş açabilir, kolla kendini..

-bir yerde hayalet olup olmadığını anlamak istiyorsan fotoğraf çek, denedim %100 çalışıyor..

- ilk-orta okul yıllarında otistik, asosyal ya da hastalıklı görünen tiplere bulaşma, muhtemelen küçük yaşta ebediyete intikal edip kendisine bulaşanlara hayatı zindan edeceklerdir.. iyi davranırsan ödülünü de alacaksın, korkma..

-sevgiline ya da sevgili adayına mutlaka geçmişte ölen sevgilisi olmuş mu diye sor, varsa kaç o adamdan, kız sana musallat olur..

-zehir kullanarak, boğarak, tabancayla ya da ne bileyim döverek öldüren katiller çok az bulunur, mutlaka ya elektrikli testereyle doğraması, ya da çin işkenceleri yapması gerekir.. temiz bir cinayet olmaz, olabilemez..

-Kabus görüyorsan uyandığında rahatladığını sanma, öyle kolay kolay bitmez bu işler, bir hayalet köşe başındadır, olmadı seni bekleyen bir tıkırtı vardır..

- aslında başına gelebilecek çoğu şeyden kurtulabilmek için yapabileceğin basit bir şey vardır.. merak etmemek.. duyduğun tıkırtıyı ya da beklemene rağmen gelmeyen bir arkadaşı merak etmeyip olay yerinden kaçarsan yırttın demektir.. önce can sonra canan değil mi?

- mutlaka izleyiciyi aydınlatmak için olay yerinde o duruma vakıf olan biri bulunur.. tercihen başına benzer bir şey gelmiş ya da büyüklerinden duymuş olması muhtemeldir..

- Mabadı yere yakın olanı bilmem ama söz konusu korku filmiyse sessiz sakin durandan korkacaksın.. genelde çaktırmamak için mümkün olduğunca az şey söylerler.. sonra vay efendim beni öldürdü bilemedim, vay hiç aklıma gelmemişti deme..

- karanlık ve sapa bir yolda gördüğün tuhaf tipli yabancılara acıyıp arabana alma, acınacak duruma düşersin..

- bir kazadan yırttım diye sevinme, ölmen gerekiyorsa ondan daha vahim bir şekilde küt diye gidersin.. burda ne yazıyorsa o anacım (işaret parmağıyla alın gösterilir)

- evladın bir hayalet gördüğünü ya da hayaletle konuştuğunu söylüyorsa bir bildiği vardır, biraz güvenmeyi öğren şu çocuğa ya!

Benden bu kadar varsa sizden de alalım, öğrenelim, öğretelim :)
Back to Top